
Milli yıldız Arda Güler "Size hikayemi anlatmanın zamanı geldi" sözleriyle başlayan mektubunda Ankara'dan önce İstanbul sonra İspanya'ya uzanan yolculuğunda bilinmeyenlerini anlattı.

Kariyerine Real Madrid'de devam eden Arda Güler, "Güzel ülkemin bütün çocukları, bu mektup size. Hayal kurmaktan asla vazgeçmeyin." başlığıyla The Players Tribune'de bir mektup kaleme aldı.
20 yaşındaki Arda, Ankara’da bir apartman binasının birinci katında yaşadıklarını, babasının iflasını ve önce İstanbul'a ardından dünya devine uzanan yolcuğunu anlattı.

Arda'nın mektubundan öne çıkanlar:
"Güzel ülkemin bütün çocuklarına:Size hikâyemi anlatmanın zamanı geldi. Bütün hikayemi.Bir futbol ülkesi olarak geleceğimiz hakkında çok düşünüyorum. Yolculuğumun bazılarınıza ilham vereceğini ve Türkiye’deki kız ve erkek çocuklarına, her şeyin mümkün olabileceğini gösterebilmesini umuyorum.Sadece birkaç sene önce ben de sizlerden biriydim.Aslında komik… 12 yaşındayken, bir Playstation almaya kafayı takmıştım. Bunu ne kadar çok istediğimi anlayamazsınız. Babama her gün yalvardım. Tek istediğim FIFA 17’ydi.Ben çocukken pek video oyunu oynamazdım, çünkü hep sokakta futbol oynuyordum. Ama bir gün arkadaşlarımdan birisi PS4 aldı ve içinde FIFA 17 vardı, o gün hayatımızın en güzel günlerinden biri gibiydi.
Bizim için oyundan çok daha fazlasıydı bu, televizyon ekranında gördüğümüz rüyamızdı. O kadar çok bağlanmıştım ki. Arkadaşımın evinden ne zaman eve dönsem, babama PS4 için yalvarırdım.“Çok uslu olacağım! Derslerime çok iyi çalışacağım!”

"Ama Türk anne ve babalarını biliyorsunuz. Babam uzun süre sadece “Biraz bekle, bir iki şeyi halletmem lazım…” dedi.Ne demek istediğinden tam emin değildim. Ama bir gün okuldan eve döndüğümde, mutfak masasının üstünde bir paket vardı. Playstation şeklinde bir kutuydu.Çıldırdım.Babama baktım ve “Gerçekten mi?!” diye sordum.O da “Gerçekten.” dediAçtığımda Playstation’ın içinde bir sürü oyun vardı. Herhangi bir disk gerekmiyordu. Gerçek olamayacak kadar iyiydi. İçimden dedim ki, Nasıl yani, babama tek bir oyun için yalvarmak zorundayken şimdi bana 20 oyun mu veriyor?Babama sordum. “Baba piyangodan para falan mı kazandın?”O da “İyi bir fiyat yakaladım” dedi.“Mağazada mı?” diye sordum.Babam da “Yok, yok, pazarda…” dedi"

"Sonra benim FIFA’da Yolculuk modunun olmadığını fark ettim. Alex Hunter’ı bulamadım. Bazı tuhaf isimler de vardı. Cristiano Ronaldo olmak istediğimde, “MD White” isminde bir kulüp seçmem gerekiyordu.Tekrar babama gittim. “Baba doğru FIFA’yı aldığına emin misin? Biraz garip de bu.”O da “Evet eminim. Kapatıp açmayı denedin mi?” dedi.“Baba………”“Belki de internettendir.”Haftalarca bu şekilde oynadım. Daha önce FIFA dışında başka futbol oyunu oynamamıştım, o yüzden bendekinin farklı bir versiyon olduğunu sanıyordum. Ama bir gün arkadaşlarım da oynamak için bize geldi ve “Arda… bu ne?” dediler.,“Nasıl yani? FIFA işte” dedim.Onlar da “Arda bu FIFA değil. Çakma bu” dediler.Ben de “Hayır, ya, futbol oyunu işte bu.” dedim.“Oğlum, Fenerbahçe nerde? Bu isimler ne? Babanı kandırmışlar” dediler.Hepsi gülmekten yerlere yatıyordu. Ben de onlarla gülmeye çalıştım ama aslında o kadar utanmıştım ki. Bu anı kalbime kazındı.Ama çakma bir FIFA’m olması umurumda değildi. Ona rağmen seviyordum. Gerçek bir saha, gerçek bir kale ya da yeni bir PlayStation’a ihtiyacım yok. Ben taşlardan yapılmış kale direkleriyle bile mutluyum."

"Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Ben varlıklı bir ailede büyümedim. Bir futbolcunun oğlu değilim. Ankara’da bir apartman binasının birinci katında büyüdüm. Annem ev hanımıydı ve babam da yeni iflas etmiş bir dükkan işletiyordu.Niye mi iflas etti?Aslında Türkiye’de sorulan 100 sorudan 99’unun cevabı bu.Futbol."

"Biraz babam hakkında konuşalım. Futbolu ne kadar mı çok severdi? Gelin size anlatayım.Ben daha yeni yürümeye başladığımda, şut çekmem için sol ayağımın önüne balonlar yerleştirirdi. Solak bir futbolcu olmamı istiyordu.O sadece bir Fenerbahçe taraftarı değildi, adeta Fenerbahçe’yle yaşıyordu. Hep, ‘Bizim damarlarımızdaki kan sarı-lacivert akar' derdi.Bir defasında biz derbide gol atınca, koltuktan öyle bir fırladı ki tavandaki lambayı kırdı. 2010’da son maç şampiyonluğu kaçırdığımızda ise, sinirle bir kutuya tekme attı ve ayağını incitti — tam bir çizgi film karakteri gibiydi.Babam sayesinde, doğduğum andan itibaren Fenerbahçeli’ydim. Neredeyse kelimenin tam anlamıyla."

"İlk hayallerimden biri, Fenerbahçe’nin bir maçını stadda izleyebilmekti.İnternetten bilet alabilmek neredeyse imkansızdı. Sayfayı yenilemek için hazırda beklerdik, saat tam 13,00 olduğunda…TIK TIK TIK TIK TIK TIK TIK!!!!13:01.BİLETLER TÜKENMİŞTİR.Her seferinde böyleydi.Ama 2014’de ben dokuz yaşındayken, Fenerbahçe’ye bir stadyum cezası verildi ve tribünleri kapatmak yerine, sadece kadın ve çocukların gelmesine izin verdiler. Bu bizim için bir şanstı. Biletler satışa çıkmadan önceki gece; annem, babam, ablam, ben arabaya bindik ve 5 saat süren yolun sonunda İstanbul’a gelip bilet satış ofisinin sırasına girdik. Sabah 5’te varıp bilet satış ofisi açılana kadar arabada uyuduk.Sırada üçüncüydük. Çılgınlık resmen.Ertesi sabah, o biletlerin elimizde olduğuna inanamıyorduk.İlk kez Şükrü Saraçoğlu’na gitmek, bir hayal dünyasına ilk kez ayak basmak gibiydi. İçeriden merdivenleri çıkıyorsunuz ve her basamakla tribünleri ve sahayı biraz daha iyi görüyorsunuz ve ta ki… oradasınız. Önünüzde tüm stad beliriyor ve sonra o sesi duyuyorsunuz… atmosfer inanılmaz. Tribünlerde hiç erkek yoktu ama eminim ki o stadyumu sadece çocuklarla doldursanız bile, o atmosfer yine de dünyanın en iyilerinden biri olurdu."

"Okulda Mahmut adında bir beden eğitimi öğretmenimiz vardı. Ben dokuz yaşındayken, bir gün babama beni Gençlerbirliği Akademisi’ne yazdırması gerektiğini söyledi. Babam buna hayır dedi çünkü oraya her gün gitmek bir saatlik yol demekti. Ama Mahmut Hocam bende bir şey görmüştü ve babamı ikna etti. Babam beni her gün idmana götürmeye başladı, bu onun için saatler süren bir işti. Bu sırada dükkan, ortağına emanetti. Ne olduğundan emin değilim ama bir gün babam beni bir kenara çekti ve “Oğlum ….. Dükkanı kapatmamız gerekiyor.” dedi.İflas etmiştik.O dükkan bizim tek gelir kaynağımızdı. O dönemlerde arkadaşlarımın beni waffle yemeye çağırdığını hatırlıyorum. Bu durumda “Kusura bakmayın param yok” diyemiyorsunuz. Ya hep çok yorgun olurdum ya da “yetişemeyeceğim” derdim.Neyse ki her zaman sofrada yemeğimiz olurdu. Biliyorum; uyuyacak bir evi, sığınacak bir çatısı olmayan birçok çocuk var.Çok şükür, şanslı olduğumuzu biliyordum.Bir süre sonra, babamlar yeni bir dükkan açtılar. Bu durumumuzu hafifletti ama birkaç sene sonra Fenerbahçe beni istediğinde, aklımızda sadece futbol vardı diyemem. Paraya ihtiyacımız vardı."

"Karar vermemiz üç ay sürdü, çünkü böyle bir karar insanın tüm hayatını değiştirir. Ben 13 yaşındaydım, annem ve babam evden uzaklaşmamı istemiyordu. Benim hayalim Fenerbahçe’de oynamaktı ama bunun aynı zamanda çok riskli ve büyük bir karar olduğunun farkındaydık. İleride profesyonel bir futbolcu olacağımdan kimse emin olamazdı.Sonunda babam “Boğulacaksan büyük denizde boğul” dedi.Bu da İstanbul demekti.“Altı ay sonra her şey yolunda giderse, biz de her şeyi satıp senin yanına geliriz.”Ankara’dan ayrıldığımız gün, babam tüm sevdiklerimizi topladı, belki 30 kişi vardı. O gün doğum günümdü ve büyük bir pastayla kutladık. Ama annem sürekli ağlıyordu. Bu kadar çok göz yaşının olduğu bir doğum günü görmemiştim. Benimle gurur duyacağını ve yakında İstanbul’da görüşeceğimizi söyledim.Ama o güne dair en çok benden 8 yaş büyük olan ablamla yaptığım konuşmayı hatırlıyorum.Yola çıkmak için arabaya binerken gözlerimin içine bakıp “Arda, buzdolabını doldurman gerekiyor” dedi.Buzdolabını doldurmak. Tam olarak bu kelimeleri kullandı.“Arda bunu yapmalısın.”İnsan 13 yaşındayken bu konuda ne hissetmesi gerektiğini tam bilemiyor. Sadece eğlenmek için bu oyunu oynuyorsun ama bir anda ailenin geleceği sana bağlı hale geliyor. Sadece şunu hatırlıyorum, arabayla İstanbul’a giderken babamdan aldığım doğum günü hediyesini çıkardım. Bu bir defterdi ve kapağında büyük bir başlık vardı.ARDA 10."

"Açıp içine hayallerimi yazdım. Birinci hayal: Fenerbahçe A takımında oynamak.Sonra babam defterimi gördü ve bana yardım eden herkesin adını yazmamı istedi, 20 kişi civarıydı sanırım. Mesela beden eğitimi öğretmenim Mahmut. O beni hiçbir zaman beni profesyonel olarak oynarken göremedi. Mekanın cennet olsun hocam..Fenerbahçe Akademisi’ne vardığımızda saate baktım.19:07Kulübümüzün kurulduğu yıl. Bu belki de kaderdi.Ama gerçek hayat, FIFA Yolculuk modu gibi değil.Birkaç ay sonra evimi özledim ve Ankara’ya geri dönmek istedim.Gerçekten hayallerimden vazgeçmeyi düşünüyordum."

"Anlamanız gereken bir şey var, Ankara ve İstanbul çok farklı şehirler. Ankara belki başkent olabilir ama para ve imkanlar İstanbul’da.Bir gün okulumuz serbest kıyafete izin verdi. Üniforma yok. Oranın çocukları okula markalı giysilerle geldiler.Ben üniformalı geldim.“Arda, ne yapıyorsun?” dediler.Ben de “Aaaa. Unuttum ya. Tüh” dedim.Ama unutmamıştım. Sadece giyecek başka bir şeyim yoktu."

"Takımda kendimi daha da yalnız hissettim, çünkü kendimden bir yaş büyüklerle oynuyordum. Benimle birlikte, uzun süredir kulüpte oynayan altı yedi oralı çocuk da vardı. Ama sadece beni oynatıyorlardı. Onlar da, “Bu Ankaralı çocuk niye oynuyor?” diye düşünüyordu. Beni dışladılar.Bir gün antrenör “Arda, kaptan sensin” dedi.Oralı çocuklar çok sinir oldular.Sonra antrenör “Arda, sen 10 numarasın” dedi.Delirdiler.Türkiye’de 10 numara kutsaldır, biliyorsunuz. Bu U14’te bile böyle. Sadece “yaratıcı oyuncu” değil. Bir kurtarıcıdır. O Alex’tir – gerçek Alex. (Youtube’da bakın, pişman olmayacaksınız.)Onur duydum ama aynı zamanda korktum. Benden ısınma hareketlerini yaptırmamı istediler. “Dizler yukarı! Depar!” Hiç hoşuma gitmemişti. Çok utangaçtım.Ailemi özlüyordum.Bir gün artık bunu yapamayacağım, dedim.Babama söylemeye cesaret edemedim. Fazla gururluydum. Çok acı verecekti. Ama ailemin taşınmayı düşündüğünü biliyordum, o yüzden oda arkadaşıma söyledim. “Babama mesaj at, Arda’nın durumu iyi değil de” dedim.O da “Gerçekten mi?” dedi.“Evet, sadece yardıma ihtiyacı var de” dedim.İşe yaradı. O mesajdan sonra benimle kalmak için İstanbul’a taşındılar. Evi sattılar. Dükkanı kapattılar. Arkadaşlarını terk ettiler. Tüm geleceklerini küçük oğullarına bağladılar.Başarısız olsaydım, bitmiştik.Neyse ki kısa süre içinde babam bir iş buldu.eee Zagreb’de U17 turnuvasına gittik ve oradaki akademide Modrić’in bir fotoğrafı vardı. Antrenörlerden biri kolumdan tuttu ve “Bir gün sen de onun gibi olacaksın,” dedi.Offf… Bir çocuk olarak buna nasıl cevap verebilirsin?Sonra bir gün, Fenerbahçe beni A takım hazırlık maçına çağırdı.O zaman 15 yaşındaydım. A takımı ile antrenman bile yapmamıştım. Büyüklerin ne kadar güçlü olduğunu gördüğümü hatırlıyorum. Luiz Gustavo… 80 kilo ve tamamen kas. Ya ben? Hiçbir şey. Bir deri, bir kemik…"

"Sanırım Ağustos 2021’di ve Vítor Pereira beni ilk kez HJK Helsinki maçı için kadroya aldı. Takımda çok sakat oyuncu vardı ve ikinci yarı Filip Novak oyundan çıkmak zorunda kalınca, Pereira hocamız yedek kulübesine döndü ve elinde kalan üç oyuncuyu gördü.Birincisi kaleciydi.İkincisi de kaleciydi.Üçüncüsü ise top toplayıcıya benzeyen 15 yaşında bir çocuktu.“Arda, hazırlan.”Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki. PlayStation'da titreyen şey sadece kumanda, gerçek hayatta ise tüm vücudun titriyor! Sahaya çıktığımda nasıl olduysa kendimi daha sakin hissettim ve sonra defterimdeki ikinci hayali hatırladım:Fenerbahçe için bir frikik golü atmak.Tüm hayatım boyunca bunları atıyordum. Bakın:"

"Kısa süre sonra ceza sahası dışından bir serbest vuruş kazandık, ama bunun Arjantinli usta José Sosa’ya ait olduğunu biliyordum. Sosa’yla serbest vuruşu kimin kullanacağı konusunda tartışamazsın, deli değilsen tabii. Ama belki de deliydim. Onun yanına yazıldım, vurmaya hazırdım.Sanırım biraz şok olmuştu. O Türkçe bilmiyordu, ben de hiç İspanyolca bilmiyordum. O yüzden İngilizce “Vurabilir miyim?” dedim.Sosa bir şey demedi.“Ben mi? Yoksa sen mi?” dedim.Sosa, “………..”“BEN? SEN?”Birden bire taraftarların hepsi uuoooooooooo dedi.Stadyum kamerası yüzüme kadar zum yapmıştı. Dudaklarımdan serbest vuruşu kullanmak istediğim okunuyordu ve sanırım cesaretim hoşlarına gitti. Ama ya Sosa Abi?Başrol hala oydu.Serbest vuruşu o kullandı.Kaçırdı.Ama o anı ve taraftarların tepkisini hiç unutmayacağım.Maçtan sonra stadyumun dışında annemle babamı gördüm. Annem ağlıyordu.“Arda, başardın.”Babam konuşmadı. Keskin bir bakışı vardı, kulaklarından dumanlar çıkacaktı adeta. “Baba, sevinmedin mi?” diye sordum.“Sosa…… neden kullanmana izin vermedi??”“Ama baba…..”“Sen vursaydın gol olurdu, eminim!”"

"Ağustos 2021’de gelen telefonu asla unutmam."Arda…… Annen. Kalbinde bir problem var. Acil bir ameliyat olması gerekiyor."Bunu duyduğunda, futbol aklından siliniyor. Dünyan dönmeye başlıyor. Karnının derinliklerinde bir yumru hissediyorsun. Doktorlar, onun kalbindeki bir kapakçığı değiştirmek zorunda kaldılar.Ameliyata hazırlanırken, yatağından benim Kasımpaşa'ya karşı iki gol attığımı seyretti. Ailemden birisi, benim gol sevincimi izlerken ağlayan annemin videosunu göndermişti. Maç sonu soyunma odasına gittiğimde videoyu izledim ve o kadar korktum ki. Bu, her anın son an olabileceğini hissettiren bir ağlamaydı.Ben de ağladım, gerçekten öleceğini düşündüm.Ertesi gün, kulübe bir sonraki maça çıkamayacağımı söyledim. Hayatımda ilk defa, topa dokunmak bile istemedim.Neyse ki Fenerbahçe durumu inanılmaz şekilde karşıladı. Bana izin verdiler ve Başkan Ali Koç bize en iyi doktorları sağladı. Ameliyat başarılı geçti ve annem iyileşti.Ne yaparsan yap, hayattaki en önemli şey ailedir.Ameliyatın üzerinden iki ay geçtikten sonra, Dinamo Kiev’e karşı bir gol attım ve bir mesaj göstermek için formamı kaldırdım:ANNECİM SENİ ÇOK SEVİYORUM(Hep seveceğim.)"

"Özil 2022’de Fenerbahçe’den ayrıldığında, formanın yeni transferlerden birine verileceğini düşündüm. 17 yaşındaydım ve bir kral tacı nasıl isteyemezse, 10 numarayı da isteyemezdim. Ama yönetim kurulu üyeleri bana, “Arda, forma senin… ama sadece onu giymeye cesaretin varsa,” dediler.Bunu düşünmek tam tamına bir saniyemi aldı.“Alıyorum.”O formayı ilk kez giydiğimde... Bunu nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum. Sadece Alex’in ayak izlerinden gitmiyordum. Tüm takımın ve milyonlarca taraftarın yaratıcı sorumluluğunu üstleniyordum. Bu bir ayrıcalıktı. Bir onurdu. Bir hayaldi.Arda Güler, Fenerbahçe’nin 10 numarası.Neredeyse kupa kazanmak gibiydi.O formayı giydiğimde kendimi yenilmez hissediyordum."

"O ekstra sorumluluk, attığım her golü daha önemli kıldı. Dinamo Kiev’e karşı oynadığım maçtan iki hafta sonra, Instagram’da gezinirken bir başlık gördüm:“ARDA GÜLER TÜRKİYE KADROSUNDA”Bana haber bile vermemişlerdi. İlk maçımız Diyarbakır’da İskoçya’ya karşıydı ve yedek kulübesinde otururken taraftarlar oyuna girmem için hep bir ağızdan benim adımı bağırıyorlardı. O destek benim için çok değerliydi. Bazen Fenerbahçe’de yedek olduğumda, karşı takımın taraftarları bile teknik direktörden beni oynatmasını isterdi. Böyle bir şey hiç görmemiştim. Ne diyebilirdim ki? Sadece teşekkür ederim.Ondan sonra her şey çok hızlı gelişti. Mart ayında, yine Türk milli takımına çağrıldım.Sonraki aylarda, transfer teklifleri ardı ardına gelmeye başladı.Ama beni gerçekten heyecanlandıracak bir teklif almadıkça onları duymak istemedim. Sonra Haziran’da, babam yeni bir teklif hakkında benimle konuşması gerektiğini söyledi.Ben de, "Baba söylediğim gibi eğer beni heyecanlandırmayacaksa duymak istemiyorum..."O da, "Arda ...." dedi"Efendim?""Real Madrid."Real Madrid... Dördüncü hayalim. Bu kadar hızlı olmuş olmasına inanmak gerçekten zordu. O yaz, babamla ben, gitmem için çok erken olup olmadığı konusunda uzun uzun konuştuk. Aslında olay çok karmaşıktı, çünkü başka birçok teklif de vardı ve ne yapacağımı karar vermek zordu. Ama sonra Sayın Carlo Ancelotti ile görüntülü bir görüşmem oldu.Ekranımda numarası belirdiğinde ve video yüklenirkenki o anı hiç unutmayacağım...“Merhaba, Arda. Nasılsın?”O da tatildeydi. O an o kadar gerçeküstüydü ki, detayları hatırlamakta zorlanıyorum ama sanırım o, Hawai gömleklerinden birini giymişti, güneş gözlükleri vardı ve galiba bir puro içiyordu."Arda, burada büyük bir geleceğin olacak. Belki ilk yıl değil, ama fırsatların olacak. Modrić ve Kroos çok yaşlanıyorlar, seni orta sahada oynatabiliriz.""

"Türk futbolunun büyük umudu olduğumu biliyorum, ama tek olmak istemiyorum. Herkesin önünü açmak istiyorum.Bu mektubu okuyan sizleri kastediyorum.Eve döndüğümde, beni gördüğünüzde ne kadar mutlu olduğunuzu görmek beni duygulandırıyor. Tezahüratlar hâlâ kulaklarımda çalıyor. Sevginizi Madrid'den hissedebiliyorum.Tüylerimi diken diken eden 2023 depremine ait bir video var. Fenerbahçe'de pek fazla oynamadığım bir dönemde çekildi. Belki görmüşsünüzdür. Kurtarma ekiplerinden iki adam, enkazdan yeni çıkartılmış küçük bir çocukla birlikte. Çocuk yatıyor, vücudu örtülmüş, ama kafası dışarıda. Sirenler duyuluyor. Çocuk, neredeyse beş gün boyunca beton blokların altında kalmış, öleceğini düşünmüş ve benim için bir mesajı var.Öyle bir anda! Benim için!O kelimeleri asla unutamam.Arda Güler AbiSeni çok seviyorumFenerbahçe’yi kurtarmaya devam etAbi hocaya söyle seni de oynatsınSonra iki kahramandan birisi şöyle diyor:Biz pes etmedik sen de pes etme.Bu sözleri duyduktan sonra nasıl pes edebilirim ki?Yani bir PlayStation ve bir hayali olan Türkiye’deki her çocuğa söylemek istediğim şu:Bir top kapın ve dışarıya koşun. Kendinizi dünyanın sahibi gibi hissedeceksiniz.Saygılarımla,— Arda"